GenelGÜNCEL HABERHaberler

”Betonarme öldürür! Türk tipi taş ev mimarisine geçmeliyiz”

Mimar Serkan Akın ile depremden çıkışın anahtarı olan strateji, plan, bütçe ve yeni bir ev modeli üzerine Baran Haber çok konuşulacak bir röportaj yaptı.

Kahramanmaraş merkezli 11 ili etkileyen depremlerden sonra Türkiye genelinde daha çok “nasıl sağlam bina yapılır?” sorusu sorulmaya başlandı. Yıllarca betonarme binaların tehlikeli ve kısa ömürlü oluşundan bahseden Mimar Serkan Akın ile yeni bir ev modeli üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

Mimar Serkan Akın’ın röportajından pasajlar:

Betonarme öldüren bir teknolojik bağımlılıktır. Türk toplumuna nasıl ev yapılır, nasıl inşa edilir, nasıl mahalle ve şehir inşa edilir, toplum nasıl inşa edilir gerçeği unutturuldu.

Bir: Türkiye’de gayrimenkul değer artışı, betona dayalı ve ranta dayalı inşaat ekonomisinden vazgeçilecek.

İki: Türkiye’de imar rantı üzerinden siyasetin finansmanından vazgeçilecek.

Üç: Türkiye’de büyük kent yasasından ve büyük kent mantığından vazgeçilecek. Türkiye’de olmayan şehir yasası el birliğiyle çıkartılacak. Anayasal ölçekte düzenlemeler yapılarak şehir tanımlamaları yapılacak ve büyük kentler kesinlikle parçalanarak küçülecek.

Dört: Kesinlikle Anadolu’da yeni iskân alanları açılacak. Çorak arazilerde, tarım arazisi olmayan yerlerde yeni şehirler kurulacak.

Beş: Mevcut şehirler anayasa ölçeğinde bir kanunla birlikte mülkiyete ve imar haklarına, inşaat tekniklerine ve teknolojilerine ve mevzuata neşter vurulacak.

“Betonarme öldüren bir teknolojik bağımlılıktır. Türk toplumuna nasıl ev yapılır, nasıl inşa edilir, nasıl mahalle ve şehir inşa edilir, toplum nasıl inşa edilir gerçeği unutturuldu.”
Depremde binalar neden yıkıldı, hasar niçin bu kadar büyük oldu?

Bu sorunun bir tane cevabı yok, onlarca cevabı var. Birincisi betonarme yaklaşık 1940’lardan itibaren 90 yıldır alternatifsiz tek inşaat “teknolojisiymiş” gibi sunuluyor topluma. Dolayısıyla bina stoğunun %99,99’u belki betonarme, bu oranı tam bilmiyorum. Oranın ne olduğu çok da önemli değil ve 4-5 yıl öncesinin rakamlarını aktarırsam -yeni rakamlar değil- %65 bir kere kaçak ve ruhsatsız bina var. Bununla birlikte yeni yapılan binalar olsa bile, betonarme o kadar ağır bir teknolojik sistemdir ki birçok değişkenin göz önünde bulundurulması lâzım. Projesi uygun olsa bile uygulaması uygun mu? Beton donatısı uygun olsa bile düzgün sulandırılmış mı? Yahut da demir projesi düzgün olsa bile düzgün ustalar tarafından yapılıp kontrol edilmiş mi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Dolayısıyla tek başlık veya tek sebep yok. Ama temel mesele de şu: Bu binalar betonarme oldukları için yıkıldılar. Çünkü betonarme çok ağır bir sistem, bir deprem olduğunda bizim en büyük meselemiz yapının ağırlığıdır. Ama biz olabilen en ağır inşa tekniği teknolojisini seçtiğimiz için ve bunu da düzgün planlamadığımız, düzgün projelendirmediğimiz için bu binalar yıkıldı diyebilirim ilk sebep olarak.

Siz geleneksel ve teknik alana dönmek gerektiğini söylüyorsunuz? Peki bunu nasıl yapacağız?

Az önceki cevabı söylemem gereken bir cümleyle tamamlamak istiyorum. Betonarme öldüren bir teknolojik bağımlılıktır. Burası çok önemli. Betonarme öldüren bir teknolojik bağımlılıktır. Türk toplumuna nasıl ev yapılır, nasıl inşa edilir, nasıl mahalle ve şehir inşa edilir, toplum nasıl inşa edilir gerçeği unutturuldu. Evimiz bizim geçim sebebimiz ve hayatımızı idame ettirdiğimiz temel bir barınma mekânı ve gönül ile hukukun inşasıyla ortaya koyduğumuz bir varlık iken, Türkiye’nin kentleşme politikalarıyla birlikte -bu sadece son 20 yılın değil son 80 yılın meselesi- evimiz şu an apartman oldu. Bir kere apartman ev değildir. Yani bizim önce kavramları yerine oturtmamız gerekiyor. Tanımları yerine oturtmamız gerekiyor ve bunu toplumun kabul etmesi gerekiyor. Ama acı bir şey söyleyeyim, toplum bunu şu an kabul edecek durumda değil. Çünkü toplum adeta celladına aşık gibi ya da efendisi onu azat ettiğinde üç gün sonra geri dönen köleler gibi bu kısır döngünün içinde debelenip duruyor.

Birincisi, apartman tanımadığımız ve bilmediğimiz insanlarla kat mülkiyeti üzerinden kurduğumuz zorunlu ortaklıktır. Ev ise müstakil olandır, nikahları gönülde kurulur, ailecek ve tüm yakın akrabalarla birlikte imece ile kurulandır. Geleneksel malzemeyle yapılandır… Taş, toprak ve ağaçla inşa edilen, iklime uygun bir şekilde yapılandır… Kesinlikle müstakildir… Kesinlikle mahremdir, kesinlikle bahçelidir. Ve biz geçimimizi, evimizle birlikte sağlarız, evimizde üretim yapılır, zerzevat yapılır. Ancak şu an toplum bunu kabul etmiyor. Halk apartmanlarda yaşamaya alışmış. Toplumun şu an yüzde 43’ü kendi evinde oturmuyor, yüzde 57’si kendi evinde oturuyor, bu yüzde 43 diğer yüzde 57’nin mülkü. Toplum bu paradoksal tavrı anlamak istemiyor, anlasa da değiştirmek istemiyor. Şu an toplumda şöyle bir anlayış var: Canımı al ama malımı alma!

İnsanlar betonlara ve apartmanlarına adeta aşık. İlk depremde yıkılacak binasını dönüştürme teklifi götürdüğünüzde kesinlikle elini taşın altına koymadan, bu binaların başkaları tarafından güçlendirilmesini istiyor. Yani senin giyindiğin eski kazağı sana başkası niye değiştirsin, eski arabanı niye değiştirsin? Ama eskimiş binasını birilerinin değiştirebileceğini zannediyor. Türkiye imar barışlarıyla popülizme alıştırıldı politikacılar tarafından. Mesela imar barışının 2018 Temmuz ayında çıkan düzenlemesinin 9. maddesine açıp baktığımızda, “evlerin depreme dayanıklılığı hususu, yapı maliklerinin sorumluluğundadır” diye madde var. Yani bir akıl tutulması var. Bunları çözmeden biz geleneksel hayatı, teknik hayatı, doğayı ve sünnetullaha uygun hayatı nasıl destekleyelim? Önce toplumun hata yaptığını anlaması gerekiyor. Sorun burada. Yoksa geleneksel yaşama dönmek en kolayı ve en basiti. Geleneksel bir evde yaşamak, geleneksel teknikle ev inşa etmek, inanın kolay. Teknolojik hiçbir bir şeye ihtiyaç olmadan geleneksel evleri el birliğiyle yapabiliriz. Hiç kullanmayabiliriz teknolojik şeyleri. Taşları üst üste koyduğumuzda, tahtalar üstüne çıktığımızda ve kerpiçle inşa ettiğimizde inşa edebiliriz. İnsanlar kentte işsizliğe, evsizliğe razı; ama kırsalda nasıl geçineceğini bilmiyor ya da kırsalda geçinmek için hiçbir önermeyi kabul etmiyor. Çünkü insanlar mesleksiz, bilgisiz. Temel malzeme işleme becerilerini unuttular insanlar. Olay bu.

Bir deprem yaşandı. Mevcuttaki aciliyeti de göz önüne alarak “Serkan Akın hocanın çözüm önerisini biz hayata geçiriyoruz” dedikten sonra nasıl bir strateji, plan ve bütçe hazırlanması gerekecek? Burada mimarlara nasıl iş düşecek, mimarlar nasıl yönlendirilecek? Mühendisler de tabii ki bu işin içinde olacak…

Bir: Türkiye’de gayrimenkul değer artışı, betona dayalı ve ranta dayalı inşaat ekonomisinden vazgeçilecek.

İki: Türkiye’de imar rantı üzerinden siyasetin finansmanından vazgeçilecek.

Üç: Türkiye’de büyük kent yasasından ve büyük kent mantığından vazgeçilecek. Türkiye’de olmayan şehir yasası el birliğiyle çıkartılacak. Anayasal ölçekte düzenlemeler yapılarak şehir tanımlamaları yapılacak ve büyük kentler kesinlikle parçalanarak küçülecek.

Dört: Kesinlikle Anadolu’da yeni iskân alanları açılacak. Çorak arazilerde, tarım arazisi olmayan yerlerde yeni şehirler kurulacak.

Beş: Mevcut şehirler anayasa ölçeğinde bir kanunla birlikte mülkiyete ve imar haklarına, inşaat tekniklerine ve teknolojilerine ve mevzuata neşter vurulacak.

İnsanların imar diye bir hakkı yoktur. İmar bir sorumluluktur. Dolayısıyla Türkiye’de ranttan vazgeçilecek ve insanların olabildiğince müstakil parsellere ulaşabilecekleri kent düzenlemeleri yapılacak. Ondan sonra bu şekildeki düzenlemelerle bir toplumsal mutabakata ve toplumsal barışa varırsak bunu yapacağız. Yani bunu ben tek başıma yapacak değilim ya da bunu devlet tek başına yapacak değil ya da bu millet tek başına yapacak değil. Bu bütüne ihtiyaç duyan bir mesele.

Kesinlikle yıkılan şehirler terk edilmemeli. Kırsal alanlara acil plansız yapılar kurulmamalı, imar yönetmeliğinde değişiklik yapılarak yüksek teknolojinin önü açılmalı, betonarme inşaat oralarda yasaklanmalı. Kırsal alanlarda bağımsız bölüm teşkil edilmemeli. Yani kırsal alanlara site yapılmamalı ve kırsal alanların gelişme alanları genişletilerek köylere ve kırsal alanlara dönüş planlı bir şekilde yapılmalı. Ama betonarme, kesinlikle kırsal alanlarda ve bundan sonra yapılacak şehirlerde yasaklanmalı.

Kırsal alandan kastınız tam olarak nedir?

Tarihi kentler ve köyleri kastediyorum. Köylere beton sokuyoruz, apartman sokuyoruz. Köylerdeki tarım arazilerini bitiriyoruz. Köylerde hafriyat yapılıyor, köylerde hafriyat yapılarak inşaat yapılmaz. Hafif inşaat sistemleriyle ilerlenmeli. Devletin yapacağı şeyler bunlar.

Bunca insanın, bahsettiğiniz Türk evine yerleştirildiğini varsayalım. Bu Türk evleri kaç kattan oluşacak, mesela iki katsa bu insanlar sığacak mı?

Türkiye topraklarının yüzde iki buçuğuna, buna uluslararası standartlarda müstakil bahçeli tüm donatı alanları, yeşil alanları, kamusal ihtiyaçların karşılanacağı şekilde tüm insanları yerleştirebiliyoruz. Bu kadar. Bu soru çok cevaplandı. Türkiye’de hiç ağaç dikilmemesi hâlinde mevcut orman stoğunun bir yıllık hacim artışıyla 200.000 tane ahşap müstakil ev yapabiliyoruz. Ağaç keserek ya da ağaçtan ev yaparak ormanlar azalmaz. O zaman Rusya’da ya da Kanada’da orman kalmaması gerekirdi. Kendi evlerini ahşaptan yapmanın ötesinde bu adamlar dünyaya ağaç ihraç ediyor. Anadolu’nun her yeri taş, toprağa hiç para vermenize bile gerek yok. Binanın olduğu yerdeki taşla binanın olduğu yerdeki toprakla ya da çok yakın mesafedeki basit ocaklardan ve toprak stoklarından bunlar inşa edilebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu